Yönetim, yalnızca şirketlerin veya devletlerin meselesi değil, insanlığın ortak bir amaç için bir araya geldiği her sürecin özüdür. Tek başına başarılamayacak hedeflere ulaşmak için kurulan iş birliği, koordinasyon ve çaba, yönetimin en temel tanımını oluşturur. Bu kavram, insanın bir arada yaşama zorunluluğundan doğar; zira hiçbir birey, tüm ihtiyaçlarını tek başına karşılayacak kadar yetenekli ve autosufficient değildir. İnsanın sosyal bir varlık olması, yönetimi ve onunla birlikte gelişen ahlakı, medeniyetin vazgeçilmez bir parçası haline getirir.
Yönetim olgusunu üç temel boyutta ele almak mümkündür: pratik, düşünsel ve sanatsal.
- Pratik Boyutu: Yönetimin pratiği, insanlık tarihi kadar eskidir. Yüksekteki bir meyveye ulaşmak için bir sopa kullanmayı akıl etmek dahi, bugünün modern kavramlarıyla bir planlama ve kaynak yönetimi örneğidir. İnsanın eşya ile ilişkisiyle başlayan bu süreç, insanlar arası ilişkilerle karmaşıklaşmış; aile, kabile, ordu ve nihayet devlet yönetimi gibi kurumsal yapılarla gelişmiştir.
- Düşünsel ve Felsefi Boyutu: 19. yüzyıla dek yönetim, bir bilim dalından çok bir düşünce ve felsefe alanı olarak var olmuştur. Filozoflar, din adamları ve devlet yöneticileri, tecrübeleri ve fikirleriyle bu alana zengin bir literatür kazandırmıştır. 19. yüzyıldan sonra ise yönetim, kendine ait ilkeleri, kavramları ve teorileri olan bir sosyal bilim disiplinine dönüşmüştür.
- Sanatsal Boyutu: Bu boyut, liderlik ve karizma ile doğrudan ilişkilidir. Bazı bireyler, doğuştan gelen yetenekleri, ikna kabiliyetleri ve insanları ortak bir hedefe yönlendirme becerileriyle öne çıkarlar. Liderin fiziksel özelliklerinden davranışlarına kadar pek çok unsur incelenmiş olsa da, liderliğin başarısının büyük ölçüde içinde bulunulan duruma, yönetilen insanların özelliklerine ve hedeflere göre şekillenen bir maharet olduğu görülür. Bu, yönetimin “sanat” yönünü oluşturur.
Yönetim ve Ahlakın Ayrılmaz Bütünlüğü
Tıpkı yönetim gibi ahlak da insanın birlikte yaşama ihtiyacından doğan bir olgudur. Bu iki kavram, bir madalyonun iki yüzü gibi birbirini tamamlar. Tarih boyunca düşünürler, yönetim ve ahlakı “pratik felsefe” başlığı altında birlikte değerlendirmişlerdir. Bu ilişkinin özünde derin bir denge yatar: ahlaktan yoksun bir güç, zulme dönüşme potansiyeli taşır. Öte yandan, arkasında bir yaptırım gücü olmayan ahlak ise etkisizleşmeye ve yozlaşmaya mahkûmdur. Bu nedenle denilebilir ki, “güç ahlakla denetlenir, ahlak ise güçle sınanır.” Bir yöneticinin güce ulaştığında ahlaki değerlerini koruyabilmesi, o ahlakın gerçekliğinin en büyük kanıtıdır.
Gelenekselden Moderne Yönetim Anlayışının Evrimi
Yönetim anlayışı, tarihsel süreçte büyük bir paradigma değişimi yaşamıştır. Geleneksel dönemde meşruiyetin kaynağı ilahi bir yetki veya soydan gelen bir hakka dayandırılırdı. Hükümdar, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi veya doğrudan Tanrı’nın kendisi olarak görülür, otoritesi kutsal kabul edilirdi. Bu düzende devlet, yöneticinin mülkü olarak görülürdü ve sadakat, doğrudan yöneticinin şahsına gösterilirdi. Bu “yönetici devleti” anlayışında, iktidarı korumak adına her türlü rekabetin ortadan kaldırılması, hatta hanedan içi katliamlar meşru görülebiliyordu.
Modern dönemde ise bu anlayış kökten değişmiştir. Meşruiyetin kaynağı artık kutsal veya geleneksel haklar değil, hukuktur. Artık bir “yönetici devleti”nden değil, yasalarla tanımlanmış bir “devlet yöneticisi”nden bahsedilir. En tepedeki liderden en alt kademedeki memura kadar herkesin yetki ve sorumlulukları yasalarla belirlenmiştir. Dolayısıyla sadakat, kişilere değil, hukuka ve temsil edilen kuruma gösterilir.
İyi Yönetimin Formülü: Akıl, Bilgi ve Vicdan
Bir toplumun yaşam kalitesini, refahını ve huzurunu belirleyen en temel faktör, şüphesiz yönetiminin kalitesidir. İki toplum arasındaki refah farkını yaratan, halkların kendisinden çok, o toplumları yönetenlerin ve düşünce üretenlerin niteliğidir. Yönetimin kalitesi yöneticinin kalitesine, yöneticinin kalitesi ise verdiği kararların isabetine bağlıdır.
İyi bir karar süreci; sorunun doğru teşhis edilmesi, doğru çözümün geliştirilmesi, doğru uygulamanın yapılması ve sonuçların etkin bir şekilde kontrol edilmesinden geçer. Bu sürecin temelinde ise “doğru yasa” kavramı yatar. Toplumu bir arada tutan ve gelişimini sağlayan adil ve işlevsel yasalar, ancak akıl ve bilgi ile oluşturulabilir.
Ancak akıl ve bilgi tek başına yeterli değildir. Bu iki unsuru tamamlayan ve belki de en önemlisi olan üçüncü bir ön şart vardır: utanma duygusu, yani ahlaki bir vicdan. Bir yönetici için akıl, bilgi ve vicdan, birbirinden ayrılmaz bir üçlü sacayağıdır. Bu üç temel nitelik bir araya geldiğinde, yönetim sadece bir güç kullanımı aracı olmaktan çıkar; toplumu adalete, refaha ve ortak bir geleceğe taşıyan bir sanata dönüşür.
İlgili videoya aşağıdan ulaşabilirsiniz.


