Hayatın telaşlı akışında, çoğu zaman dışarıdan planlanmış bir rutin içinde kayboluruz. Günlerimiz, sorumluluklarımız ve hedeflerimiz arasında geçerken, durup kendimize ve etrafımızdaki dünyaya gerçekten bakma fırsatını nadiren buluruz. İşte Ramazan, bu otomatikleşmiş döngüyü kıran, zamanın yoğunlaştığı ve her anın bir anlam kazandığı müstesna bir zaman dilimi olarak karşımıza çıkar. O, yalnızca aç ve susuz kalmanın ötesinde, hem bireysel hem de toplumsal bir arınma, muhasebe ve farkındalık yolculuğudur.
Tepetaklak Olmuş Bir Dünyada Vicdan Muhasebesi
Ramazan’ı anlamlı kılan temel unsurlardan biri, bizi konfor alanımızdan çıkarıp dünyanın gerçekleriyle yüzleştirmesidir. Bugün, gezegenimiz sekiz milyar insanı rahatlıkla besleyecek kaynaklara sahipken, milyarlarca insanın en temel yaşam hakkı olan temiz suya ve gıdaya erişemediği “tepetetaklak olmuş bir dünya”da yaşıyoruz. Oruç, bu acı gerçeği bir simülasyon gibi deneyimlememizi sağlar. Gün içinde hissettiğimiz açlık ve susuzluk, yokluğun ne demek olduğunu sadece teorik olarak bilmekten çıkarıp, onu iliklerimizde hissettirerek derin bir empati kanalı açar.
Bu deneyim, şu can alıcı soruyu sormamızı tetikler: “Eğer kaynaklar yeterliyse, neden birileri mahrum kalıyor?” Ramazan, bu soruyu sormayan bir vicdan için tam anlamıyla yaşanmış sayılmaz. Bu, yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda gözyaşının rengi, acının dini olmadığını hatırlatan evrensel bir adalet çağrısıdır.
İradenin Eğitimi ve Kişisel Arınma
Oruç, her şeyin elimizin altında olduğu bir çağda, bilinçli bir şekilde “hayır” diyebilme sanatıdır. Bu, muazzam bir irade eğitimidir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliklerden biri olan irade, Ramazan boyunca her gün, her an test edilir ve güçlenir. Gece yarısı uykuyu bölüp sahura kalkmak, gün boyu nefsi terbiye etmek, biyolojik ve psikolojik zorluklara rağmen sabretmek, insanı daha dayanıklı ve kararlı bir birey haline getirir.
Kelime kökeninde hem “yakıcı ateş” hem de “tozu toprağı temizleyen yağmur” anlamlarını barındıran Ramazan, bu iki anlamıyla da bir “katarsis” yani arınma sürecini ifade eder. Tıpkı ateşin mikropları yok etmesi gibi, Ramazan’ın manevi ateşi de bireyi ve toplumu yakan günahları, hataları ve kötü alışkanlıkları eritir. Tıpkı yağmurun yeryüzünü temizlemesi gibi, bu ayın bereketi de kalpleri ve zihinleri pastan arındırır. Ancak bu arınma, ancak samimi bir niyetle mümkündür. Kişi, bu bir aylık süreci geçen on bir ayın muhasebesini yapmak, hatalarını görmek ve yeni bir başlangıca niyet etmek için bir fırsat olarak görmelidir.
Kur’an Ayında Zihinsel ve Ruhsal Beslenme
Ramazan’ı diğer aylardan ayıran en temel özellik, insanlığa bir rehber olan Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlamasıdır. Dolayısıyla bu ayı en verimli şekilde değerlendirmenin yolu, Kur’an ile hemhal olmaktan geçer. Bu, sadece metni hızlıca okuyup bitirmek değil, onun zihnimize ve kalbimize inmesine izin vermektir. Anlamını ve günümüz dünyasına verdiği mesajları tefekkür ederek okumak, Ramazan’ı gerçek bir ilim ve hikmet mevsimine dönüştürür.
Bu süreçte, ibadetleri bir maraton gibi görüp ilk haftalarda yorulmak yerine, sürdürülebilir bir plan yapmak esastır. Gündüzleri toplumsal hayata dair ayetler üzerinde düşünmek, gecenin veya seherin o dingin vaktinde ise insan ruhuna dokunan, kalbe inşirah veren surelerle baş başa kalmak, bu ayın ruhani derinliğini yaşamamızı sağlar.
İki Eşit Sorumluluk: Oruç Tutmak ve Destek Olmak
İslam, hayatın gerçeklerinden kopuk bir din değildir. Ramazan ayındaki sorumluluklarımız da bu gerçekliğe göre şekillenir. Ayetler bize açıkça iki temel yolu gösterir: Gücü yetenler oruç tutar. Ancak kronik hastalıklar gibi meşru sebeplerle oruç tutamayanlar için de en az oruç tutmak kadar önemli ve farz olan bir görev vardır: İhtiyaç sahiplerini doyurmak, yani fidye vermek.
Bugün milyonlarca insan, sağlık sorunları nedeniyle oruç tutamamaktadır. Bu durumdaki bir kişinin, oruç tutamadığı için kendini eksik hissetmesi yerine, bu durumu bir başka iyilik kapısı olarak görmesi gerekir. Vereceği fidye, belki de okulunda bir öğün yemek yiyemeyen bir çocuğun sofrasına bereket, borcunu ödeyemeyen bir ailenin hanesine ise bir nefes olacaktır. Ramazan, sadece kendi bedenimize değil, başkalarının bedenlerine ve hayatlarına da olumlu dokunma fırsatıdır. Unutulmamalıdır ki, Allah’a giden yol, halktan, yani O’nun kullarından geçer. İnsanları kırarak, küskünlükleri devam ettirerek ve ihtiyaç sahiplerini görmezden gelerek manevi bir yükseliş mümkün değildir.
Sonuç olarak Ramazan, zamanı en yoğun yaşadığımız, iyiliğin ve farkındalığın kolektif bir ruhla zirveye çıktığı bir aydır. Bu ayı, hem kendimizle hem de toplumla olan bağlarımızı onarmak, empati duygumuzu eyleme dökmek ve tepetaklak olmuş bir dünyada adaletin ve merhametin sesi olmak için bir fırsat olarak görelim.
İlgili videoya aşağıdan ulaşabilirsiniz.


