Kur’an’ın Tanımı

islam-8519137_640

Allah’ın insanlığa son mesajı olarak kabul edilen Kur’an-ı Kerim, tek bir kalıba sığdırılamayacak kadar dinamik ve çok yönlü bir kitaptır. O, kendini farklı kavramlarla tanımlayarak insan hayatının her alanına dokunan canlı bir rehber olduğunu ortaya koyar. Kur’an, sadece dini ritüelleri düzenleyen bir metin değil, aynı zamanda bir bilgi kaynağı (Hidayet), bir değer ölçütü (Furkan), görünmeyeni aydınlatan bir ışık (Nur) ve kanıta dayalı bir düşünce sistemini teşvik eden bir meydan okumadır (Beyyine).

“Hidayet”: Bilgi Temelli Bir Yol Gösterici

“Hidayet” kelimesi, genellikle dar bir kalıpta, “doğru yola ermek” şeklinde anlaşılır. Oysa Kur’an’daki kullanımı çok daha derin ve evrensel bir anlam taşır. Hidayet, en temelde bilgiye dayalı bir yön bulma yetisidir. Bu, sadece insana özgü bir durum da değildir. Yumurtadan çıkan bir deniz kaplumbağası yavrusunun içgüdüsel olarak denize yönelmesi veya yeni doğmuş bir bebeğin hiçbir eğitim almadan annesinin göğsüne uzanması, varoluşa kodlanmış bu temel hidayetin en somut örnekleridir.

Kur’an, bu temel hidayeti toplumsal ve ahlaki düzleme taşır. İnsanlığın binlerce yıllık tecrübesini, peygamberlerin ve toplumların yaşadığı olayları birer “reçete” gibi sunarak, bireyin ve toplumun önünü görmesini sağlar. Örneğin, Firavun’un sarayında imanını gizleyen bir müminin hikayesi üzerinden evrensel bir ilke öğretir: Yeni bir fikirle karşılaştığınızda onu hemen susturmaya veya yok etmeye çalışmayın. “Dinleyin,” der o mümin, “Eğer doğru söylüyorsa faydalanırız, yanlış ise zaten kendi kendine yok olup gider.” Bu, asırlar sonra “düşünce özgürlüğü” olarak formüle edilecek olan ilkenin ta kendisidir. Kur’an, bu gibi örneklerle insana, hataları tekrar etmeden, tecrübe edilmiş bilgiden yararlanma imkânı sunar.

“Furkan”: Doğru ile Yanlışı Ayıran Standart

Kur’an, kendisini aynı zamanda “Furkan” olarak tanımlar. Furkan, “fark” kelimesiyle aynı kökten gelir ve iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayıran keskin bir ölçüt, bir standart anlamına gelir. Hayatın karmaşasında, özellikle ahlaki ve toplumsal kriz anlarında hangi tepkinin doğru olduğunu belirleyen bir ilke koyar.

Örneğin, kutsal değerlere hakaret edildiğinde gösterilmesi gereken tepki nedir? Yaygın insani refleks, öfke ve şiddetle karşılık vermektir. Ancak Kur’an’ın “Furkan” olarak koyduğu standart, bu mekanik nedenselliği kırar. “Kutsalınıza hakaret edilen yerden, onlar başka bir konuya geçene dek ayrılın,” veya “Cahiller size laf attığında ‘selam’ deyin ve geçin” gibi tavsiyeler, provokasyonu boşa çıkaran, karşı tarafı kendi eyleminin anlamsızlığıyla baş başa bırakan üst düzey bir ahlaki duruştur. Bu, hakaret edeni görmezden gelerek, onu ciddiye almayarak mahkûm etmektir. Bu standart, özgüvenli, nefsine hâkim ve reaksiyoner olmayan bir insan modeli inşa eder.

“Nur”: Görünmeyeni Aydınlatan Işık

Modern dünyanın karmaşasında sesi duyulmayan, bedeni görülmeyen milyonlarca insan vardır: fabrikalarda uzuvlarını kaybeden çocuk işçiler, şiddete maruz kalan kadınlar, sömürülen halklar… Kur’an, kendisine “Nur” (ışık) adını vererek tam da bu karanlıkta kalmış hayatlara bir projektör tutar.

Kur’an, bir krallar veya yönetenler tarihi değil, ezilenlerin, halkın içinden çıkan peygamberlerin ve toplumların sosyal tarihidir. Görünmeyen bedenleri görünür, duyulmayan çığlıkları duyulur kılar. Zalime “zalim”, hakikati inkâr edene “kâfir”, iki yüzlülük yapana ise tünelin bir ucundan girip diğerinden çıkan bir fareye benzeterek “münafık” der. Hakikati halının altına süpürmeden, her şeyi net bir şekilde isimlendirerek bir aydınlanma sağlar. İslam’ın ilk dönemlerindeki hızlı yayılışının altında da bu “Nur” karakteri yatar. Sömürge altında inleyen Bizans ve Sasani topraklarındaki halklar, İslam ordularında kendilerini ezen bir güç değil, onlara ışık tutan ve özgürleştiren bir kurtarıcı görmüşlerdir.

“Zikir” ve “Beyyine”: Hatırlatan ve Kanıt İsteyen Mesaj

Kur’an, aynı zamanda bir “Zikir” yani hatırlatıcıdır. Tarihte izi silinen ve izi sürülen toplumların hikâyelerini anlatarak, insanlığa kolektif hafızasını geri verir. Böylece aynı hataların tekrarlandığı kısır döngülerin kırılmasını hedefler.

Belki de en çarpıcı tanımı, kendisini “Beyyine” ve “Bürhan” yani “apaçık delil” ve “kanıt” olarak sunmasıdır. Bu, Kur’an’ın körü körüne bir imanı değil, akla ve delile dayalı bir bağlılığı talep ettiğini gösterir. “İnanıyorum, çünkü kitapta böyle yazıyor” diyerek tartışmayı bitiren bir dogma kitabı değildir. Aksine, “Yaşayan da bir delille yaşasın, ölen de bir delille ölsün” diyerek her inancın ve reddedişin bir kanıta dayanması gerektiğini vurgular.

Bu yönüyle Kur’an, tartışmaları bitiren değil, başlatan ve onu akli bir zemine çeken bir kitaptır. Kendi iddialarını ortaya koyar ve muhatabına meydan okur: “Eğer itiraz ediyorsan, delilini getir.”

Sonuç olarak Kur’an-ı Kerim, pasif, dokunulmaz ve sorgulanamaz bir kutsal metin olarak değil; insanın hayat yolculuğunda aktif rol alan, ona bilgi veren (Hidayet), değer ölçüsü sunan (Furkan), adaletsizliği aydınlatan (Nur), tarihten dersler çıkaran (Zikir) ve her adımda akli bir kanıt talep eden (Beyyine) dinamik bir rehber olarak kendini tanıtır. Bu, onun mesajının neden her çağda canlı ve dönüştürücü bir potansiyel taşıdığının en açık ispatıdır.

İlgili videoya aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Paylaş

İstanbul Okulu

İstanbul Okulu

İstanbul Okulu; dinî ve felsefî pek çok meseleyi uzman konuklarla ele almayı hedefleyen yepyeni bir YouTube kanalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kategoriler

Görüş ve önerileriniz için bizimle iletişime geçebilirsiniz.