İmanın Üç Boyutu

ramadan-3384043_640

Günlük dilde sıkça kullandığımız “iman” kelimesi, çoğu zaman zihinsel bir kabul veya basit bir beyandan ibaret sanılır. Oysa kökenine indiğimizde, “iman”ın “emniyet” ve “güven” ile aynı kökten geldiğini görürüz. Bu derin dilsel bağ, imanın sadece soyut bir inanç değil, aynı zamanda hem birey hem de toplum için güvenli bir yaşam alanı inşa etme iddiası taşıdığını ortaya koyar. Gerçek iman, bir beyanla başlayıp biten bir eylem değil; zihinde, kalpte ve eylemde tezahür eden çok boyutlu bir yolculuktur.

1. Temel: Akide, Bilinçli Bir Sözleşme

İman yolculuğunun temeli, “akide” olarak adlandırılan ilkeler bütünüdür. Tıpkı bir evlilik veya ticaret “akdi” (sözleşmesi) gibi, akide de iki taraf arasında bilinçli bir rızaya dayanır: Yaradan ve insan. Bu, tek taraflı bir dayatma değil, maddeleri üzerinde düşünülen, anlaşılan ve onaylanan bir sözleşmedir. Bu süreç, inancın körü körüne bir teslimiyet olmadığını, aksine sorgulama, anlama ve bilinçli bir onay mekanizması içerdiğini gösterir. İnsanın bu ilahi sözleşmeye “evet” demesi, yani “tasdik” etmesi, imanın ilk adımıdır. Ancak bu adımı sağlam kılan, akide maddelerinin taşıması gereken niteliklerdir.

2. Zihinsel Boyut: Şüpheyi Aşan Kesinlik

Bir inanç ilkesinin ilk ve en temel şartı, zihinde mutlak bir kesinlik sağlamasıdır. İnanç, şüphe ile bir arada barınamaz. Tıpkı ışık yandığında karanlığın yok olması gibi, bilgi ve kesinlik de zihne girdiğinde şüpheyi ortadan kaldırır. Bu noktada şüphenin kendisi, bir düşman değil, bir araç olarak görülebilir. “Metodik şüphe” olarak adlandırılan bu süreçte insan, zihnindeki tüm soruları cesurca sorar, cevaplarını arar ve sonunda geri dönülmez bir kesinliğe, Kur’an’ın ifadesiyle “yakîn”e ulaşır. Bu zihinsel dinginlik hali, inancın akla dayanan sağlam temelini oluşturur. “İnanıyorum ama…” diye başlayan cümleler, bu temelin henüz tam atılmadığının bir işaretidir.

3. Duygusal Boyut: Kalbi Doyuran Tatmin

Zihinsel kesinliğe ulaşan inanç, insanın duygu dünyasında derin bir tatmin ve motivasyon kaynağına dönüşmelidir. İnanç, hayata bir “artı değer” katmalı, inanan bir bireyin yaşam kalitesini gözle görülür şekilde yükseltmelidir. Bu, Allah’ı anmakla kalplerin bulduğu huzur, yani “itminan” halidir. Bu durum, başkasına aktarılamasa da kişinin kendi içinde yaşadığı en güçlü kanıtlardan biridir. Bir insan, inancı sayesinde zorluklara karşı daha dirençli hale geliyor, hayatı daha anlamlı buluyor ve eylemlerine ahlaki bir derinlik katıyorsa, inanç onun duygu dünyasında kök salmış demektir. Bu kişisel tecrübe, inancın insanı ayakta tutan ve daha iyi bir yaşam kurmaya motive eden gücünün en somut delilidir.

4. Eylemsel Boyut: Dünyayı Güzelleştiren “Salih Amel”

Zihinsel kesinlik ve duygusal tatminle olgunlaşan iman, kaçınılmaz olarak eylem dünyasına yansır. Kur’an-ı Kerim, imandan hemen sonra istisnasız bir şekilde “salih amel”i zikreder. Bu, herhangi bir eylem değil, “ıslah” edici, “sulh” yani barış getirici, yapıcı ve onarıcı eylemdir. İmanın gerçek testi, bireyin davranışlarında kendini gösterir. Aldatmayan, haset etmeyen, başkasının hayatını karartmayan, aksine topluma fayda sağlayan bir birey, inancını eylemleriyle kristalize etmiş demektir.

Bu noktada en büyük tehlike, hikmetten yoksun bilgidir. İnsanlığın, binlerce insanı saniyeler içinde yok edebilen nükleer silahları üretebilmesi, bilginin tek başına ne kadar yıkıcı olabileceğinin trajik bir kanıtıdır. İman, bilgiye vicdan, insaf ve hikmet rehberliğini ekleyerek onu insanlığın hizmetine sunar.

Sonuç: Çatışan Topluluklardan Bütünleşik Topluma

İmanın nihai hedefi, sadece bireysel bir kurtuluş değil, aynı zamanda güvene dayalı bir toplum inşa etmektir. Bir peygamberin, “Bir kadının çölü tek başına güvenle geçebileceği zamanlar gelecek” müjdesi, bu güven ortamının zirvesini tarif eder.

Ancak günümüzde, kendilerini “inanan” olarak tanımlayan toplumların dahi bu idealden ne kadar uzak olduğunu görmek mümkündür. Yan yana yaşayan ama iç içe geçemeyen, birbirine karşı her an çatışma riski taşıyan “topluluklar” halinde var olmak, imanın toplumsal bir “emniyet” alanı oluşturamadığını gösterir. Farklılıkların bir rahmet vesilesi olabilmesi, ancak onları hoşgörü ve hikmetle yönetecek bir düşünce enginliğiyle mümkündür. Eğer bu bilgelik yoksa, en küçük farklılıklar dahi derin toplumsal yaralara ve çatışmalara sebep olabilir.

Sonuç olarak iman, pasif bir kabul değil, aktif ve dönüştürücü bir süreçtir. Zihinsel bir sözleşmeyle başlar, kalpte derin bir huzura dönüşür ve nihayetinde dünyayı daha adil, daha güvenli ve daha yaşanılır bir yer kılmayı hedefleyen eylemlerde somutlaşır. Bu ideal, bir ütopya gibi görünse de hayalini kurmaktan ve gerçekleştirmek için çabalamaktan vazgeçemeyeceğimiz en temel insani ve ilahi görevdir.

İlgili videoya aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Paylaş

İstanbul Okulu

İstanbul Okulu

İstanbul Okulu; dinî ve felsefî pek çok meseleyi uzman konuklarla ele almayı hedefleyen yepyeni bir YouTube kanalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kategoriler

Görüş ve önerileriniz için bizimle iletişime geçebilirsiniz.