Fetva: İlahi Hüküm İle Klavuz

fetva

İslam, evrensel ve son din olarak inananların hayatına kıyamete kadar rehberlik edecek temel ilkeleri Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünneti aracılığıyla ortaya koymuştur. Bu iki kaynak, inancın, ahlakın ve temel ibadetlerin çerçevesini net bir şekilde çizer. Ancak hayat dinamiktir. Zamanın ve coğrafyanın değişmesiyle birlikte Müslümanlar, bu temel kaynaklarda doğrudan cevabı bulunmayan yeni sorunlarla, karmaşık ticari ilişkilerle, farklı sosyal yapılarla ve teknolojik gelişmelerle karşılaştılar. İşte bu noktada, “fıkıh” ve “fetva” kavramları devreye girer.

Fetva, en basit tanımıyla, yeni karşılaşılan bir olayın veya durumun dini açıdan hükmünü, değerini ve konumunu açıklayan bir cevaptır. Eğer hayat, Medine’deki Asr-ı Saadet dönemindeki gibi sabit kalsaydı, ne fıkha ne de fetvaya ihtiyaç duyulurdu. Ancak insanlık tarihi, değişimin tarihidir. Bu değişim karşısında Müslüman bireyin, “Acaba bu yaptığım doğru mu?” sorusunu sorması doğaldır ve bu soruya verilen cevap, fetvayı oluşturur.

Fetvanın Niteliği: Yorum mu, Yoksa Allah Adına Konuşmak mı?

Fetvanın ne olduğu sorusu, beraberinde çok daha derin bir tartışmayı getirir: Verilen bir fetva, Allah’ın o konudaki mutlak hükmünü mü beyan eder, yoksa Kur’an ve Sünnet ışığında yapılmış bir alimin kişisel yorumu (rey) mudur? Bu soruya tarih boyunca iki temel yaklaşım geliştirilmiştir:

  1. Yorum Olarak Fetva: Özellikle Hanefi-Maturidi geleneğinde benimsenen bu yaklaşıma göre fetva, ilahi bir hükmü bildirmekten ziyade, dini metinleri ve ilkeleri anlayan bir alimin, karşılaşılan yeni duruma dair yaptığı bir yorumdan ibarettir. Bu, kişisel bir bakış açısıdır ve farklı alimlerin aynı konuda farklı yorumlar yapması mümkündür. Bu yaklaşım, “haram” ve “helal” gibi kesin ifadeleri kullanmaktan kaçınır; bunun yerine “caiz görmüyorum”, “doğru bulmuyorum” gibi daha yumuşak ve ihtiyatlı bir dil kullanır. Çünkü haram ve helali belirleme yetkisi yalnızca Allah’a aittir.
  2. İlahi Hükmün Beyanı Olarak Fetva: Özellikle Ehli Hadis ve Selefi düşüncede öne çıkan bu yaklaşıma göre ise müftü, Allah katındaki hükmü insanlara bildiren bir aracıdır. Bu bakış açısı, fetvaya daha büyük bir otorite kazandırır ve insanların ona uymasını daha bağlayıcı hale getirir. Ancak bu durum, alimin yorumunu dinin bir parçası haline getirme ve Allah adına konuşma gibi ciddi bir risk taşır.

Tarihsel süreçte, fetvanın otoritesini artırmak ve halk nezdinde daha etkili olmasını sağlamak amacıyla ikinci yaklaşımın zaman zaman ağır bastığı görülmüştür. Ancak İslam düşüncesinin temelinde, fetvanın bir yorum olduğu ve ilahi metinlerin yerini alamayacağı ilkesi yatar.

Fetvanın Toplumsal İşlevi: Düzen ve İstikrar

Fetva, sadece bireysel bir merakı gidermenin ötesinde, toplumda dini hayatın düzenini ve istikrarını sağlayan önemli bir işleve sahiptir. Herkesin kendi yorumuna göre hareket ettiği bir toplumda kaos ve fitne ortaya çıkardı. Bu nedenle, özellikle Osmanlı gibi büyük devletlerde, belirli bir mezhep veya yorum çerçevesinde “ve bihi yüfta” (fetva buna göredir) kaydıyla resmi fetvalar yayımlanmıştır. Bu fetvalar, hem müftüler hem de kadılar (yargıçlar) için bir standart oluşturarak hukuk birliğini ve öngörülebilirliği sağlamıştır. Böylece toplumda dini uygulamalarda bir ahenk ve huzur ortamı tesis edilmiştir.

Günümüzün Krizi: Fetva Piyasası ve Anlam Kayması

Tarihteki bu düzenleyici ve yol gösterici işlev, günümüzde ne yazık ki tam tersine dönmüş durumdadır. Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla adeta bir “fetva enflasyonu” yaşanmaktadır. İnsanlar, artık hakikati aramak veya vicdanını rahatlatmak için değil, kendi arzu, çıkar veya heveslerine uygun bir cevap bulmak için “fetva alışverişine” çıkmaktadır. Bu “fetva pazarında” her görüşe uygun bir cevap bulmak mümkündür.

Daha da tehlikelisi, yüzlerce yıl önce belirli bir coğrafyanın, dönemin ve kültürün şartlarına göre verilmiş fetvaların, bağlamından koparılarak günümüz insanına sunulmasıdır. O günün aile yapısı, ekonomik şartları veya sosyal anlayışına göre söylenmiş bir söz, bugünün dünyasına “dinin emri” gibi sunulduğunda, ortaya hem dine hem de o fetvayı veren alime karşı büyük bir haksızlık çıkmaktadır. Bu durum, özellikle genç nesillerin dinle bağını zayıflatmakta ve İslam’ı hayatla bağdaşmayan, akıl dışı bir kurallar bütünü olarak algılamalarına neden olmaktadır.

Nihai Merci: Kalbin Fetvası

Peki, bu karmaşa içinde Müslüman ne yapmalıdır? Cevap, yine Peygamber Efendimizin rehberliğinde yatmaktadır: “Müftüler sana ne kadar fetva verirse versin, sen yine de kalbine danış.”

Bu söz, “canının istediğini yap” anlamına gelmez. Tam aksine, derin bir sorumluluk ve samimiyet çağrısıdır. Anlamı şudur: Bir alim, senin anlattıklarına göre bir ruhsat veya izin verse bile, eğer o iş vicdanını rahatsız ediyor, kalbini tırmalıyor, içinde bir hak ihlali şüphesi barındırıyorsa, o işten uzak durmalısın. Çünkü müftü, senin anlattığın “zahire” (görünüşe) göre hüküm verir; ancak işin “batınını” (iç yüzünü ve niyetini) en iyi sen ve Allah bilirsiniz.

Dindarlık, fetva koleksiyonu yapmak değil, Allah’a karşı dürüst ve samimi olmaktır. Kişi, yanlış olduğunu bile bile bir fetvanın arkasına sığınarak kendini kandıramaz. Nihayetinde dinin özü, imandan sonra “istikamet” yani dosdoğru bir yol üzerinde bulunmaktır. Fetva, bu yoldan sapmak için bir bahane değil, bu yolda kararlılıkla yürümeye yardımcı olan bir uyarı ve bir ışık olmalıdır. Asıl olan, Allah’ın huzuruna temiz bir kalp ve vicdanla çıkabilmektir.

İlgili videoya aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Paylaş

İstanbul Okulu

İstanbul Okulu

İstanbul Okulu; dinî ve felsefî pek çok meseleyi uzman konuklarla ele almayı hedefleyen yepyeni bir YouTube kanalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kategoriler

Görüş ve önerileriniz için bizimle iletişime geçebilirsiniz.