Tarih, genellikle kralların, komutanların ve yönetenlerin hikayesi olarak yazılır. Ancak bazı hareketler, gücünü saraylardan değil, topraktan; sayılardan değil, nitelikten alır. Hz. Peygamber ve onun etrafında kenetlenen ilk Müslümanların hikayesi, tam da böyle bir toplumsal tarihin en çarpıcı örneklerinden biridir. Bu, bir liderin tek başına yürüdüğü bir yol değil, ekilen “tohum fikirlerin” insanlarda “filizlenerek” yeni bir gerçeklik inşa etmesinin öyküsüdür.
Kur’an-ı Kerim, Fetih Suresi’nde bu topluluğu, “ekinin filizi gibi” diye tasvir eder. Bu benzetme, sıradan bir edebi ifadenin çok ötesindedir. Bir filizin var olabilmesi için önce bir tohuma ihtiyaç vardır. Tohum, düşüncedir; idealdir; bir davadır. Filiz ise o düşünceyi benimseyip hayata geçiren, onu ete kemiğe büründüren insandır. Tohum fikirler olmadan eylem, filizlenen insanlar olmadan ise bir davanın geleceği yoktur. Hz. Peygamber’in getirdiği mesaj tohum ise, o mesaja hayatları pahasına sahip çıkan sahabeler de o tohumdan boy veren filizlerdir.
Niceliğin Aldatıcılığı: Tekâsür ve Kevser Karşıtlığı
Modern dünya gibi, o dönemin toplumları da gücü genellikle sayıda arardı. Kabileler, mensuplarının çokluğuyla övünür, rakiplerine karşı sayısal üstünlüklerini bir güç gösterisi olarak kullanırdı. Kur’an, bu zihniyeti “Tekâsür” (çoklukla övünme yarışı) olarak tanımlar ve şiddetle kınar: “Çoklukla övünmek sizi oyaladı. O kadar ki, mezarları ziyaret ettiniz (ölülerinizi bile saydınız).” (Tekâsür, 1-2). Bu ayetler, gücün ve kalıcılığın sayısal çoklukta değil, niteliksel derinlikte yattığını vurgular. Sayısal egemenlik peşinde koşanlar, eninde sonunda “kabirleri ziyaret eder,” yani tarihin sahnesinden silinir giderler.
Buna karşılık, Hz. Peygamber’e “Kevser”in verildiği müjdelenir. Kevser, bitip tükenmeyen bolluk ve bereket demektir. Bu, sadece maddi bir bolluk değil, aynı zamanda elinden ve dilinden iyilik dökülen, bir ideale adanmış, nitelikli bir insan topluluğudur. Bu topluluk, ırksal, coğrafi veya sınıfsal bağlarla değil, ortak bir davanın, insanlık onurunu yüceltme misyonunun etrafında birleşir. Mekke’de 12 yılda ulaşılan 300 kişilik topluluk, sayısal olarak küçük görünebilir ancak nitelik olarak bir medeniyet kuracak kadar güçlü bir “Kevser” topluluğuydu.
Bir Devrimin Gerçekçi Temelleri
Tarihteki bütün peygamberler benzer ilahi mesajları getirmiş olsalar da hepsi aynı oranda başarılı olamadı. Bazıları yalnız bırakıldı, öldürüldü ve davaları akamete uğradı. İmam Mâtürîdî’nin de işaret ettiği gibi, Hz. Peygamber’in başarısının ardındaki temel gerçeklik, onun davasını omuzlayan sadık destekçilerinin, yani sahabelerinin varlığıdır. Tek bir filizi koparmak kolaydır, ancak bir çayır, bir orman haline gelmiş filizlerin üzerinden kimse basıp geçemez. Bu, davanın ilahi boyutunun yanı sıra beşeri ve toplumsal gerçekliğini de anlamaktır. O insanlar olmasaydı, o dava tek kişilik bir çaba olarak kalır ve belki de tarihin akışını bu denli derinden etkileyemezdi.
Bu destekçiler, sadece toplumun ezilen, yoksul bırakılmış kesimlerinden (“sefiller”) ibaret değildi. Aynı zamanda, mevcut düzenin adaletsizliğini gören vicdanlı ve insaflı aristokratlar da (“asiller”) bu hareketin parçası oldu. Bu durum, davanın sadece bir sınıf mücadelesi olmadığını, aksine tüm insanlığı kucaklayan evrensel bir adalet ve onur çağrısı olduğunu gösterir.
Yıkıcı “Lâ” ve Kaçınılmaz Çatışma
İslam’ın temel akidesi “Lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur), basit bir inanç beyanından ibaret değildir. Bu cümlenin başındaki “Lâ” (Yoktur/Hayır), mevcut düzeni temelinden sarsan devrimci bir reddediştir. Bu, toplumun ilahlaştırdığı bütün değerlere, putlara, imtiyazlı sınıflara ve adaletsiz hiyerarşilere karşı bir başkaldırıdır. Böyle bir iddia, elbette mevcut düzenin kaymağını yiyenleri, Kur’an’ın ifadesiyle “mütref”leri (varlıkla şımarmış seçkinleri) rahatsız edecekti.
Onların bu yeni mesaja karşı çıkmaları, kendi çıkarlarını ve imtiyazlarını korumak için verdikleri doğal bir refleksti. Bir yanda insan onurunu, eşitliği ve adaleti merkeze alan bir özgürleştirme hareketi; diğer yanda kendi statükolarını korumaya çalışan imtiyazlı bir zümre. Tarih, bu iki gücün mücadelesidir. Bu mücadelenin yarattığı toplumsal sarsıntı ve “kaos”, aslında eski ve çürümüş olanın yıkılıp yerine adil bir düzenin kurulması için kaçınılmaz bir süreçtir. Kur’an’ın “Saat” (Kıyamet) kavramı, sadece evrenin sonu değil, aynı zamanda bu tür zalim düzenlerin yıkıldığı toplumsal bir “kıyamet” anıdır. Bedir Savaşı, Mekke’nin imtiyazlı seçkinlerinin düzeninin yıkıldığı böyle bir “saat”tir.
İsra: Sıradanlıktan Onura Yükseliş
Kur’an’daki bazı kavramlar, dar yorumlarla sadece mucizevi olaylara hapsedilmiştir. Oysa bu kavramların derin toplumsal anlamları vardır. Örneğin, “İsrâ” olayı, genellikle Hz. Peygamber’in gece yürüyüşü olarak anlatılır. Ancak kelimenin kökeni, birini “yüceltmek, onurlandırmak ve sıradanlıktan kurtarmak” anlamına gelir. Bu bağlamda İsrâ, sadece Hz. Peygamber’in şahsında değil, onun davasına inanan bütün bir topluluğun aşağılanmış bir konumdan alınıp onurlu bir mevkiye yükseltilmesidir. Bu, insanlık onurunu koruma davasına inanan herkesin sıradanlıktan kurtarılıp tarihin öznesi haline getirilmesidir.
Nihayetinde bu davanın amacı, bir krallık (mülk) kurmak değil, yeryüzünü bir “barış ve esenlik yurduna” (Dâru’s-Selâm) çevirmektir. Bu, belirli bir ırkın veya zümrenin değil, tüm insanlığın haysiyetini korumayı hedefleyen evrensel bir projedir.
Geçmişten Bugüne Bir Ders
Bu tarih okuması, 1400 yıl öncesine ait nostaljik bir anı değil, bugünün dünyasına ışık tutan canlı bir derstir. Bugün de adalet ve eşitlik idealleriyle kurulduğunu iddia eden uluslararası kurumların, belirli güçlerin imtiyazlarını koruyan adaletsiz yapılara dönüştüğünü görüyoruz. Haklı olanın değil, güçlü olanın sözünün geçtiği bir dünya düzeni, Tekâsür zihniyetinin modern bir yansımasıdır.
Tohum fikirlerin filizlenen insanlarla buluştuğu o ilk dönem, bize kalıcı bir ilkeyi hatırlatır: Gerçek güç, sayılarda veya silahlarda değil; haklı, adil ve onurlu bir davayı omuzlayan, nitelikli ve adanmış insanların varlığındadır. Tarihin doğru tarafında durmak, haklının güçlü olması için mücadele etmektir.
İlgili videoya aşağıdan ulaşabilirsiniz.


